Yöneticilerin sanata önem vermesinin ve sanatçıları korumasının önemi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Yöneticilerin sanata önem vermesinin ve sanatçıları korumasının önemi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

 

Sanat ve sanatı yaşatan sanatçıları korumak doğrudan doğruya toplumun kültürünü, geçmişini, tarihini, bağlarını korumaktır. Kültürün önemli olduğu kültür aktarımının önemli olduğu toplumlarda yöneticiler sanata ve sanatçıya hep değer vermek durumundadır. Çünkü sanatçı toplumda nesilden nesile aktarım sağlamada önemli bir unsurdur.

 

Sanatı icra eden sanatçı ülkeyi uluslar arası alanda temsil edebilecek eserler ortaya çıkarır. Yöneticilerin bu eserlere ve bu eseri ortaya çıkaranlara yani sanat ve sanatçıya önem vermesi uluslar arası alanda yönetiminde bulunduğu ülkenin tanınması bilinmesi için çok önemlidir. Sanatçının eserleri ile kültür içinde aktarım yapılabilirken, kültürler arası geçişte yapılabilir. Eserler diğer ülkelerde kendi ülkesini temsil eder, tanıtır ve kültürünü taşır. Sanat her insanın ortaya koyamayacağı inceliklere hassa duygulara sahiptir. Kişi hayal gücü ve yeteneklerini birleştirerek ortaya koyduğu sanatı ile topluma birçok mesajlar verir. Ortaya konulan eserler mutlaka diğer nesiller için geçmiş hakkında bilgi sahibi olunmasını sağlar.

 

Yönetimin başında bulunan yöneticilerin sanatçıyı koruması yönetiminde bulundukları ülkenin birikimi için, sanat eserlerinin çoğalması ülkenin sağlam eserlere sahip olması için ve ülkenin geçmişinin sağlam geleceğinin sağlam olması için sanata ve sanatçıya değer vermesi ve onları koruma altına alması önemlidir. Toplumun bağları için kültürel değerlerle dünya gündeminde olmak için eserlerle ülkeyi kalkındırmak ve ülkeye getirilerde bulunmak için sanata ve sanatçıya sahip çıkmak çok önemlidir.

Büyük Selçuklulardan kalan mimari yapıların birçoğunun günümüze kadar ulaşamamasının nedenleri ne olabilir?

Büyük Selçuklulardan kalan mimari yapıların birçoğunun günümüze kadar ulaşamamasının nedenleri ne olabilir?

 

Selçuklular Anadolu’ya uzun yıllar hükmetmişlerdir. Bu uzun yıllar boyunca Anadolu’da hanlar, hamamlar, camiler, medreseler ve kervansaraylar inşa etmişlerdir. İnşa edilen bu yapılar mimari anlamda çok başarılı yapılardır. Ancak bu mimari yapıların günümüze kadar hepsi gelememiştir. Bu yapılar birçoğu yıkılmış ve toprakların altında kalmış durumdadır. Yapılan arkeolojik kazılar bize bunu göstermektedir.

 

Yapılan kazılar sonucu eserler için kullanılan maddelerin çok dayanıklı olmadığı görülmüştür. Savaşlarda büyük Selçuklulardan bugüne kalan eser sayısında azalmalara sebeptir. Mimari yapılar savaşlardan her zaman zarar görmüştür. Görülen zararlar savaşı kazananlar tarafından zaman zaman yapılar üzerinde onarım olarak zararlar giderilse de her eser için böyle birşey olmamıştır.

 

Büyük Selçuklular sanat eseri ortaya çıkarma konusunda oldukça zengin yıllar geçirmişlerdir. Sanata ve sanat eserlerine mimari yapılara önem verilen bu dönemde sıkıntı kullanılan malzemeler olmuştur. Tuğla ve kerpiçten yapılan kervansaraylar, hamamlar, camiler günümüze kadar ulaşamamıştır. Çünkü kerpiç ve tuğla dayanma gücü zayıf malzemelerdir.

 

Bunlara rağmen büyük Selçuklulardan kalan mimari yapıların bir kısmı günümüze aktarılmıştır. O günlerin sanatını bize yansıtmaktadır. Bu yapılar günümüzde nadide eserler ve yapılar olarak listelerde yer almaktadır. Yıllar içerisinde çıkan savaşlarda mimari yapılar fazlasıyla hasar görmüştür. Savaş sonrası savaşı kazananlar ya da savaşı kaybeden devletler bazı mimari yapıları elden geçirip sağlamlaştırsa da bu tüm mimari yapıların elde edebildiği bir şans olmamıştır.

Uygurlarda yerleşik hayatın yaygınlaşması ile birlikte sanatın hangi dalları gelişmiştir?

Uygurlarda yerleşik hayatın yaygınlaşması ile birlikte sanatın hangi dalları gelişmiştir?

 

Uygurlar yerleşik hayata geçtikten sonra resim, minyatür ve heykel gibi sanat dallarında çok ilerlemişlerdir. Bu başarılı gelişme yapıların tarihten günümüze kadar gelmesine sebep olmuştur. O günün tarihini inanışını kültürünü bizlere bugüne heykel, resim gibi sanat dalları ile aktarmayı başarmışlardır. Uygurlar yerleşik hayata yaygın bir şekilde geçince inandıkları din için tapınak yapımında ustalaşmışlardır. Tapınaklarında avlulu düzenler oluşturmuşlar taptıkları kişileri tam ortaya heykelini inşa etmişlerdir. Ve heykelin inşa edildiği bölüm kutsal bölüm olarak adlandırılır.

 

Uygurların din anlayışları yerleşik hayattaki şehir yapılarını da etkilemiştir. Tapınakların düzenini mimari olarak yapısını ve şehirde bulunan evlerini iklim şartlarını da göz önünde tutarak inşa etmişlerdir. Uygurlar tapınakların duvarlarını resimlerle süslemişler, resim sanatında ilerleme kaydetmişlerdir. Minyatürü kitaplar için kullanmışlardır. Tapınak duvarlarında din ile bağlantılı insanlar tasvir etmişler ve minyatür duvara resim yapma sanatını geliştirmişlerdir.

 

Yerleşik hayata geçtikten sonra özellikle dini tapınakları için heykelleri çok sık yapan uygurlar bu  sanat dalında da kendilerini geliştirmişler. Heykelleri yerleşik hayata geçtikten sonra çok sık yapmaya başlamışlar alçı, mermer taşı, ahşap ve toprak gibi malzeme kullanmışlardır. Heykelleri genelde yüz bölgesi şeklinde ele almışlardır.

 

Yerleşik hayata geçmek sanat dalında da farklı bir boyut kazandırmıştır. Yaptıkları eserin devamını yapabilme seçenekleri oluşmuştur. Şehirleri kurunca dini tapınaklarını ortaya inşa etmişler böylece mimari yapılarda da ince çizgileri yakalamayı başarmışlardır.

Uygurlarda bitki üslubunun ön plana çıkmasının sebebi ne olabilir?

Hunlar ve Gök Türkler zamanında yapılan resim sanatında hayvan üslubu öne çıkarken Uygurlarda bitki üslubunun ön plana çıkmasının sebebi ne olabilir?

 

Hunların yaşadığı göçebe hayatında hayvanlar her zaman ön plana çıkmıştır. Göçebe hayatı yaşayanlar için hayvanlar çok önemlidir ve göç ederken hayvanlarda göç ettirilir. Hunların resim sanatında hayvan figürü oldukça baskındır. Öyle ki bu sanatta resimde hayvanın tüm inceliklerini resmedecek kadar ilerlemişlerdir. Geyik, kartal, at gibi bir sürü örnek verilebilecek hayvan figürü resim sanatı için de çokça kullanılmıştır.

 

Hunlar ve Göktürkler için hayvan üslupları hayvan savaşları resmedilmiştir. Dini inanış totem ve astrolojik olarak hayvan figürleri çok önemlidir. Hayvanlar toplum adına belli mesajlar semboller ve figürler içerir. Mesela at sembol olarak güçlülüğü ifade eder. Bazı kazılarda ölen kişilerin yanlarında atları ile beraber gömüldükleri görülmektedir.

 

Dönemde hayvanlar hem ihtiyacı karşılamak için hem de sembol olarak mesaj niteliğinde çok şekilde resmedilmiş ve kullanılmıştır. Özellikle sosyal yaşamın en vazgeçilmezleri olmuşlardır. Türk kültüründe özellikle göçebelikte hayvan figürü güç ve kuvvetli olmanın sembolüdür. Sanatçılarda bu güçlü kuvvetli olmanın sembolü olarak kullanılır. Göçebe hayatı yaşamında hayvanların göç eden insanlara yardımı ve yaşamlarında nasıl yardımcı olduğu tarihte bilinir.

 

Uygurlarda göçebe yaşamı artık yerini yerleşik hayata bırakmıştır. Yerleşik hayata geçen Uygurlarda bitki üslubu daha da ön plana çıkmıştır. Çünkü göçebe yaşamında bitkiler oldukça ihmal edilmiştir. Uygurların yeni dini inanışları ile birlikte benimsemeye çalıştığı yerleşik hayata geçiş bitkilerle olan ilişkiyi daha da yakın hale getirmiştir.

Toplumlardaki sembol ve figürlerin sonraki nesillerde de devam etmesinin önemi nedir?

Toplumlardaki sembol ve figürlerin sonraki nesillerde de devam etmesinin önemi nedir?

 

Sembol kelimesi alamet, işaret ve timsal kelimelerinin karşılığı olarak Türkçeye batı dillerinden geçmiştir. Sözlük anlamı olarak devam edegelen veya bir başka şeyi ifade eden onun yerine geçen anlamında kullanılabilir. Semboller ve figürler kast ettiği anlamı karakterize eden nesneler olmalıdırlar. Toplumlarda kullanılan semboller ve figürler gündelik hayat alışkanlıklarından dini inanışlara kadar birçok alanda kullanıldığı için bir sonraki nesillerde de aynı anlamları taşıması gerektiğinden devamlılığı olmalıdır.

 

Tüm toplumlarda olduğu gibi Türk toplumlarında da semboller ve figürler tarih boyunca nesiller arasında aktarılmıştır. Örneğin bu sembollerden ok ve yay Türk üstünlüğünü kahramanlığını ifade eden bir sembol olarak aktarılmıştır. Sancak ve tuğ ise devlet geleneğinde hükümranlık sembolü olarak kullanılmıştır. Devletin devamlılığı sürdükçe sembollerin de devamlılığını sürmesi bu açıdan da önemli idi. Türkler için bir diğer önemli sembollerden olan atlar hızlı ve dinamik olduklarından insanların kolu kanadı olmuşlar ve zenginliğin sembolü olarak değerlendirilmişlerdir. Hayat ve savaş gücünün simgesi olan kurt ise Türk tarihinde önemli bir sembol olmuştur. Kurt başlı sancak Türklerde hakanlık alameti olarak sayılmıştır.

 

Yukarıda verilen örneklerde görüleceği üzere tarih boyunca toplumlar değişik semboller ile kendi özelliklerini ifade etmişlerdir. Toplumların özelliklerinin, tarihlerinin bir sonraki nesillere de aktarılması açısından daha önce kullanılmış sembollerin aynı anlam ve ifadeler ile gelecek nesiller tarafından da anlaşılması için ve devam ettirilmesi gerekmektedir.

Basit Java Örnekleri

Java öğrenmeye başlayanlar için faydalı olabilecek örnek java kodları dosyası. İçinde 15 e yakın basit java kodu var. Başlangıç seviyesinde sayılırlar. Bir değişkenin nasıl kullanıldığı yada fonksiyon örnekleri mevcut. Ege Üniversite öğretim görevlisinin hazırladığı bir pdf dosyasıdır. Aşağıdaki linkten indirip inceleyebilirsiniz. Bazı başlıklar şu şekilde;

 

  • İki tamsayıyı toplayan metot
  • Tamsayı, Döngü, Dizi, Metot ve Ekrana Yazdırma
  • String’ler
  • if, if else
  • Applet
  • Matrisler
  • String ve Karakter Dizilerinin Farkı
  • Kullanıcıdan iki tamsayı isteyerek bunların toplamını, çarpımını, farkını, bölümünü ve bölümünden kalanını bulup sonuçları yazdıran Java programı.
  • Not ortalamasını bulan Java programı
  • “Random” sayılar (random.java) ve Diğer Bir GUI Bileşeni (JTextArea)
  • Sayıları küçükten büyüğe doğru sıralayan Java programı (Bubble Sort)

Atatürk Dönemi’nde eğitim alanında yaşanan gelişmeler hakkında bilgi veriniz.

Atatürk Dönemi’nde eğitim alanında yaşanan gelişmeler hakkında bilgi veriniz.

 

Osmanlı Devleti’nin gerilemesinin en önemli sebeplerinden biriside bilim ve teknolojide geri kalmasıdır. Atatürk, bu yüzden eğitim sistemine çok önem veriyordu. Atatürk’e göre gelecek nesiller, Cumhuriyeti koruyacak ve yüceltecek şekilde, milli, bilime dayanan, yararlı, üretici ve hayatta başarılı olacak insanlar olarak yetiştirilmeliydiler. Bu amaçla eğitim sisteminde köklü değişime gidilmiştir. 1920 yılında Millet mektepleri açılarak halkın okuma yazma oranının yükseltilmesi sağlanmıştır.

 

1924 yılında öğretiminin birleştirilmesi sağlanarak kız ve erkek çocukların karma olarak eşit şartlarda eğitim alması sağlanmıştır.

1926 yılında çıkarılan Maarif Teşkilatı Hakkındaki Kanun ile okul açma yetkisi Milli Eğitim Bakanlığı’na verildi. Okullarda okutulacak derslerin ana hatları belirlendi.

1926 yılında pozitif bilimlerden uzaklaşan medreseler kapatılmasıyla Türk eğitim sistemi laik ve milli bir nitelik kazanmıştır.

1928 yılında Türkçe fonetiğe uygun olmayan Arap harfleri yerine diğer batı medeniyetleri gibi Latin esasına dayalı harf sistemine geçilerek daha kolay olması nedeniyle okuma yazma oranının arttırılması sağlanmıştır.

1931 yılında Türk Dil ve Türk Tarih Kurumlarının kurulması ile Türk dilinin ve tarihinin araştırılması ve sorunlarının çözülmesi amaçlanmıştır.

1933 yılında üniversite reformu ile çeşitli ülkelerden yabancı öğretim üyelerinin ders vermeleri sağlanarak uzmanlıklarından faydalanılır.

 

Milli mücadele yıllarında başlayan yeni eğitim sistemi hareketi sonucunda çok kısa sürede sonuçlarını göstermiş, ülke genelinde öğretmen ve öğrenci sayıları önemli ölçüde artarak eğitim sisteminin gelişmesi sağlanmıştır.

Osmanlı Devleti’nde tıp alanında çalışmalar, hangi bilim insanları tarafından yapılmıştır.

Osmanlı Devleti’nde tıp alanında çalışmalar, hangi bilim insanları tarafından yapılmıştır.

 

Osmanlı Devleti’nde ilk tıp eseri Murat Bin İsak tarafından o dönemde kullanılan ilaçların etkilerini açıklamak için yazılmıştır.Osmanlı Devleti’nde Akşemseddin tarafından yapılan çalışmalar önemli tıp çalışmalarındandır. Ankara’da Hacı Bayram Veli’den tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrenen Akşemdeddin tıp alanında kendini geliştirmiştir. Maddetül-Hayat eserinde “Hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır. Hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma gözle görülemeyecek kadar küçük, fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur” cümleleriyle mikrobun tanımını yapmıştır.

 

Fatih devrinin önemli hekimleri arasında olan Sabuncuoğlu Şerafettin, dönemin birçok hekiminin aksine cerrahi ile ilgilenmiştir. “Cerrahiyetü’l-Haniyye” ve “Mücerrebname” Türk Plastik Cerrrahisinin Babası olarak kabul edilen Sabuncuoğlu Şerafettin’in önemli eserlerindendir. Bu eserinde cerrahi operasyonlara minyatürlerde göstermesi Sabuncuoğlu’nun yapılan çalışmaların anlaşılması açısından çok önemlidir.

 

Fatih Sultan Mehmet döneminin önemli tıp bilginlerinden olan Altunizade üroloji alanında yaptığı önemli çalışmalar ile bilinmektedir. Bu dönemin bir diğer önemli bilgini ise böbrek taşları için bir risale yazan, “Faide-Hasat” eserininin de yazarı Ahi Çelebi’dir.Celalettin Hızır, Yıldırım Beyazid döneminde yaşamış ve o dönemde açılmış darül-şifa da hekim olarak çalışmış dönemin önemli hekimlerindendir. “Şifaü-l-Eskam” ve “Kitabü’t-Talim” önemli eserleridir.

2. Mahmud döneminde Şani Zade Ataullah tarafından geliştirilen yeni terimlerin kullanıldığı bir çok eser hazırlanmıştır.19. yy da“Mekteb-iTıbbi-iAdli-iŞahane” açılmasıyla Avrupa’da tıp alanında yapılan çalışmalar modern şekilde Osmanlı Devletinde uygulanmaya başlanmıştır.

Osmanlı Devleti’ndeki yaygın eğitim kurumları hangileridir?

Osmanlı Devleti’ndeki yaygın eğitim kurumları hangileridir?

 

Sıbyan mektepleri Osman Devleti’nde ilk eğitim ve öğretimin verildiği kurumlardı. Kız ve erkek çocukların beraber eğitim aldığı kurumların yanında sadece kız çocukları için açılmış mekteplere rastlamak mümkündü. Giderleri devlet adamları ya da vakıflar tarafından karşılanan bu kurumlarda eğitim 3-4 yıl sürmekte ve 4 yaşını bitiren çocuklar katılabilmekte idi.

 

Amacı çocuklara okuma yazma öğretmek ve din, ahlak bilgisi vermek olan Sıbyan mekteplerinde Kur’an’ın okutuluşu, tecvit ve bazı dualar öğretiliyordu. Erkek çocukların bir kısmı sıbyan mekteblerinden sonra medreselere veya 18 yy. ‘dan sonra askeri okullara gidebiliyorlardı. Mahalli okulların yanı sıra çoğunluğu devşirme çocukları eğitmek için Enderun Mektebi yada diğer bir adıyla Saray okulu Fatih Sultan Mehmet döneminde kurulmuştu.  Bu okullarda yetişen devşirme çocuklar eğitilerek devlette sadrazam, vezir, ordu komutanı önemli vazifelere atanırdı.

19. yy başlarında Rüştüyelerin açılması ile birlite sıbyan mektepleri yerini rüşdiyeler için talebe hazırlayan kurumlar olan ibtidailere bırakmıştır. Sıbyan mektebi ile Sultaniler arasında günümüz orta eğitimini veren rüşdiyeler yüksek öğretime talebe hazırlayan kurumlardı. Osmanlı döneminde günümüz lise eğitimi Mekteb-i Sultani ve Darüşşafaka’da verilmekte idi. Mekteb-i Sultani müslüman veya gayr-i müslim zengin çocukların, Darüşşafaka ise fakir, anasız-babasız çocukların eğitimine tahsil edilmişti.

 

Yüksek öğretim ise medreselerde verilmekte idi. Dini ilimlerin yanı sıra matematik, tıp geometri gibi pozitif bilimlerin de okutulduğu medreselerde önemli hattatlar, mimarlar büyük sanatçılar yetişmiştir.