Modernleşme kavramına baktığımızda, toplumların siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel özelliklerinin belli bir yapıda bulunduğu toplumlar ile geleneksel olarak nitelenen toplumsal yapıları birbirinden ayırmak için kullanıldığını görmekteyiz. Hukuk kavramı ise, devletin yaptırımlarıyla güç bulan kural ve kanunların bütünü olup toplumun uyumunu ve düzenini sağlamak gibi bir görevi vardır. Toplum içerisinde güvenle hayata devam etmek için hukuka olan ihtiyaç yadsınamaz.
Tarih serüveni içerisinde hukuka bakıldığında, kökünün oldukça derine gittiği görülmektedir. Yazının icadına kadar sözlü hukuk kuralları topluma rehberlik ederken yazının bulunmasıyla bu kurallar yazıya aktarılmıştır.
Modern bir devlet, hukuk alanında belli bir seviyeye gelmiş olan devlettir. Adalet mülkün temelidir sözü de buradan gelmektedir. Burada bahsi geçen mülk devlet demektir. Hukuk toplumunda kişi hakları korunduğundan bir güven ortamı oluşur, adalet vardır. Devletler ise bu güveni halkına tahsis etmekle yükümlüdür. Bu nedenle hukukun etkisi oldukça fazladır.
Evrensel bazı hukuk kurallarının doğuşu ve devletlerin arasındaki ilişkilerde kullanılmaya başlanması da bu aşamada ulusal devletlerin oluştuğu 15. ile 16. yüzyıllarda rast gelmiştir. Yani hukuka verilen önem artmaya başlamıştır. Öte yandan verimli bir hukuk sisteminin oluşmuş olması, halka götürülen hizmetin verimliliğine de yansıyacaktır.
Ekonomik olarak da hukukun gelişkin olduğu devletlerde, üretici devlet kurumlarına güven duyar ve daha çok üretmek için çabalar. Hukukun sorunsuz görevini yerine getirdiği devletlerde kişiler de daha özgür hareket edebilmektedir. Modernleşme kapsamında bunlar çok önemli unsurlardır. Bu nedenle de hukuk, modernleşmede olmazsa olmaz bir konumdadır.