Edebiyat yanlış anlaşılan ve tam anlamı ile bilinmeyen kavramlardan biridir. Edebiyat yalnızca şiir ve roman olarak tanımlanmakta ancak edebiyatın bir güzel sanat olduğu gerçeği unutulmaktadır. Güzel sanatlar içerisinde edebiyat değerlendirildiğinde içerisinde hayatı ve toplumun ister istemez barındırdığı kabul edilecektir. Edebiyat yalnızca bireyin kendi duygularını, içsel karmaşasını, yalnızlığını ya da mutluluğunu paylaştığı bir iç dökme aracı değildir. Toplumu etkileyen topluma yön veren kişilerin ve olayların incelendiği sentezlendiği ve her bireyin düşünmesi gereken olaylar hakkında bazı gerçekleri ortaya koyan bilim ve sanat dalıdır edebiyat.
Örneğin bir yazar bir roman yazmaya başladığında içerisinde hayata dair olayların ya da oluşumların var olmaması mümkün müdür? Bugün bilim kurgu türünde bile bir eser meydana getiren yazar hayatın içerisinde var olan kavramlardan yola çıkarak hayal gücünü yazıya döker. Edebi eserlerin içerisinde toplumun ve hayatın görülmemesi hiçbir koşulda mümkün değildir. Edebiyat insan zekâsının ve hissiyatının bir ürünü olduğu için içerisinde insana dair olan her şeyin bulunması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle bu konu edebiyat dünyasında belki de yüzyıllardır tartışılan bir konudur.
İnsanların içinden çıkamadığı şu soru hemen hemen her dönemde sorulmuştur. Sanat sanat için mi olmalı, yoksa sanat toplum için mi olmalı? Sanatı kim için ve ne için icra ederseniz edin içerisinde insana dair olguların olmadığı ve görülenin ya da hissedilenin dışında olgularla yaratılmaya çalışılmış bir eser bulabilmeniz mümkün değildir.