Bir şairin kalıcılığı yakalaması için sadece toplumsal gerçekleri dile getirmesinin yeterli olduğunu düşünüyor musunuz? Niçin?
Bir şairin kalıcı olabilmesi yüzyıllar boyunca değer görmesi için sadece toplumsal gerçekleri dile getirmesinin yeterli olduğunu düşünmüyorum. Burada yüzyıllardır süren şu tartışma aklıma geliyor sanat toplum için midir yoksa sanat, sanat için midir? Bu sorunsalın içerisinden benim çıkışım ancak her şeyin gerekli miktarda ve gerektiği yerde uygulanması ile olabileceği yönünde idi.
Sanat toplum içinde yapılmalıdır yeri geldiğinde sanat, sanat içinde yapılmalıdır. Bir şairin toplumsal gerçekleri hiç görmeden kör bir bakış açısı ile ilerlemesi onu sadece kendi dünyasında devinip duran bir şair olarak bırakacaktır. Yalnızca toplumsal gerçekleri anlatan şairler de bir yerde tıkanacak bir insanın kendi kimliğini baskılarıyla ufalanıp gideceklerdir.
Edebiyatın içinde toplumcu gerçekçilik olarak karşımıza çıkan bir akım olan şairin ve yazarın toplumsal gerçekliği savunuşu Marksist ideoloji nin temeline dayanır. Dediğimiz gibi burada önemli olan sanatın toplum için yapılması olmuştur. Bizdeki en önemli örneği Nazım Hikmet olan toplumcu gerçekçi akımın kalıcı olup olmadığı sorgusunu yapacak olursak Nazım Hikmet’in yalnızca toplumcu gerçekçi olduğu için hatırlamadığını sanata katkıları, kendi kimliğini oluşturması da göz önünde bulundurulmalıdır. Yüzyıllardır insanlar toplumun içerisinde var olan sıkıntıları, kendi içlerinde var olan kırılmaları, çatlamaları, aşkı, sevdayı, anlatmaktadır ancak sanatçıyı ölümsüzleştiren anlattığı konu değil anlattığı konunun kendi ruhundan damlayan ruhu, kendi ruhundan aks ettirilen halidir.
Kimliğini kazanamamış taklitten öteye geçememiş her yazar ve şair neyi savunur ise savunsun yok olup gitmeye mahkûmdur.