Soru sormak, Antik Yunan dönemi filozoflarından bu yana uzun zamandır oldukça önemli felsefi ve bilimsel bir eylem olarak kabul edilmektedir. Soru sormak her zaman söz konusu soruya bir cevap bulmak için değil, fakat bazen bu sorular üzerinden yeni sorular keşfetmek ve kişisel bilinç yolculuğuna çıkmak için gerçekleştirilen bir eylemdir. Soru sormak, bilimsel konferanslarda ve bilimsel çalışmalar öncesinde cevap bulma yöneliklidir. Bilim insanları sorulan sorulara bazı operasyonel tanımlamalar ve deney yöntemleri atayarak bu soruların genelleştirilmiş ortalama cevaplarını bulmaya çalışırlar. Buldukları bu cevapları ise bilimsel bulgular adı altında tüm kamuoyu ve bilim dünyası ile sevinç ile paylaşırlar.
Fakat felsefi soruların soru sorma ve sorulara cevap arama süreçleri bu süreçten biraz daha farklı işler. Bu süreç içerisinde kişiler soruları hem dışarıdaki nesnelere yönelik hem de kendi iç dünyalarındaki değişkenleri anlamaya yönelik, yani yaşamın anlamını keşfetmeye yönelik bir yolculuğa çıkarlar. Bu sorular her zaman cevap bulunabilecek sorular olmazlar. Sorular, çoğu zaman zihnimizi daha derin ve ayrıntılı düşünmeye iterek ona zihin cimnastiği yaptıran olgulardır. Soruların bu özellikleri sayesinde birey sorulardan oluşan merdivenler aracılığı ile hayatın anlamını açıklayamasa da anlamın iskeletini keşfeder ve vu iskelet üzerinden yaşamını kurup dizayn etmeye yönelir. Dolayısıyla soru sormak yaşamın temel yapısal bileşenlerinden bir tanesi olarak kabul edilir.