Dil, yaşanılan ve kabul edilen, örtük olarak benimsenen kültür ile ilgili pek çok ipucu taşıyan organik bir kavramdır. Bu kavram o kadar canlı bir kavramdır ki andan ana toplum içerisinde vuku bulan her olaydan etkilenir, sosyoekonomik değişimler birebir olarak buranın konusudur. Dolayısıyla bir dili en iyi kullanan kişiler her zaman o dilin içerisine doğmuş ve dilin dayattığı kültürün tamamını kazanmış dilin yerlileridir. Dilin yerlileri de yine dilin karakter yapısının ayrıntılarını bildiğinden dolayı dile en çok aşina olan kişilerdir. Dilin yapısını bilen ve dili kullanmaya aşina olan kişiler birbirlerini elbette diğer dilleri ana dili olarak kullanan kişilere göre daha iyi anlayacaktır. Fakat, aynı dili kullanmak anlaşabilmek için yeterli midir, neden sorusuna gelecek olursak bu kadar net bir cevap vermek mümkün değil.
Aynı dili kullanmak her zaman aynı bilişsel şemalara sahip olmak ya da önermelere belirli bir taraftan bakıyor olmak anlamına gelmez. Dolayısıyla aynı dili kullanıyor ya da konuşuyor olmak her zaman iletişimin en önemli kısmı olan karşılıklı imgelem örtüşmesini sağlayacak anlamına gelmiyor. Aynı dili kullanmak dışında bireylerin birbirini anlayabilmesi ve istek ve arzularına yanıt verebilmesi için, birbirlerinin düşünce şemalarından, birbirilerinin etik değerlerinden haberdar olmaları gerekiyor. Ancak ve ancak bu şekilde kusursuz iletişim mümkün olabilmektedir.