Gerçek, felsefede en çok tartışılan kavramlardan bir tanesidir. Özellikle gerçeğin bilinebilirliği ya da bilinemezliği üzerine yapılan tartışmalarda muğlak felsefi görüşler ile mutlak felsefi görüşler arasında bir çatışma sürekli olarak yaşanmaktadır. Peki, nedir gerçeği bilinebilir ya da bilinemez yapan? Nasıl bir gerçeklikten bahsediyoruz gerçek derken? Gerçeğin bilinebilirliği ya da bilinemezliği tartışmasını en iyi bir örnek üzerinden yürütebiliriz. Örneğin Tanrı var mı sorusu bizim temel sorunumuz olsun. Tanrı’nın varlığı ya da yokluğu bilmediğimiz bir gerçek durumunda. Bu durumda sorunun cevabı bizim gerçekliğimiz haline gelecek. Peki, sorunun cevabı bilinebilir mi? Ateistler bu konuda çok net bir açıklamada bulunur: Elbette bilinebilir, cevap basittir: Tanrı yok. İşte gerçek budur. İnançlı kişiler şöyle cevap verir: Elbette bilinebilir, cevap basittir: Tanrı var. İşte gerçek budur. Bu iki cevapta da çok şaşılacak ya da enteresan bulunacak bir taraf yok. Bir taraf Tanrı’nın varlığının gerçekliğini savunurken diğer taraf ise yokluğunun gerçekliğini savunmakta. Fakat bunlardan çok daha farklı bir noktada konumlanan bir felsefi akıma göre gerçeklik oldukça muğlak. Agnostiklere göre, Tanrı’nın var olup olmadığı bilinemez. Yani gerçek, bilinemez. Bilinemez bir gerçeğin üzerinde ise tartışmaya ya da bu konuda teoremler üretmeye hiç mi hiç gerek yoktur. İşte bu felsefi görüşe göre gerçekliğin bilinmesi ya da bulunması imkansızdır.